Burada hayallerimi yazacağım...
Çoğunlukla gitmek üzerine kurulu olan hayallerimi...
Çünkü koklerimi bir türlü salamadım bulunduğum yere... Buraya ait değilim ancak, nereye ait oldugumunda farkında değilim. Kökleneceğim yerin arayisina tanık olacaksınız sizlerde.

Sadece A.Ş.K.

Sadece A.Ş.K.

17 Eylül 2007 Pazartesi

VEDA

Dün gece ağladım rüyamda,
Karşımda eskide kalan mutlu anılar,
İşte ben, işte o
Yanımda yanıbaşımda
Elinin içinde elim,
Gözbebeğinde suretim...
Bırakıp gitmek istemedi aslında.
Bende ayrılmak hiç istemedim.
Son nefesini verirken bile,
Eli elimde, gözü gözümün içinde...
Tutamadım onu, beni buralarda bırakıp gitti.

Babamın anısına...

5 Eylül 2007 Çarşamba

AŞK HAKKINDA BİLDİRİMİM


Aşk... Herkesin hayatında bir kez kesin olarak yaşayanacağına dair garanti veren tek duygu. O kadar yoğun bir duygu ki, bütün çevremizi sarıp sarmalamış. Aşk ile yatıp kalkar hale gelmişiz. Tüm sevdiklerimiz, baktığımız vitrinler, izlediğimiz filmler, diziler hep O‘nun tekeline girmiş. Oyle bir şey ki, sanki aşk olmazsa ölürüz veya hastalanırız. Bizi ayakta tutan, güç veren bir olgu haline getirmişiz.

Arkadaşlarımın sürekli olarak, “ sende aşık olacaksın, o zaman gözün hiçbir sey görmeyecek” masalları ile hayatımı sürdürüyorum. Ya bir kere niye gözüm birşey görmüyor. Aşk göz sinirlerine hasar mı veriyor? Bu kadar tehlikeli ve sağlıksızsa hiç bana uğramasın. Benim için varlığı da yokluğu da bir şu an. Ne hayatımda eksikliklik hissediyorum, ne de rahatsizlik.

Niye bu kadar takıntılıyız aşk konusunda. Niye illa ki aşk yaşamalıyız. Aşk yaşamadan birşeyler hissedemiyor muyuz birbirimize. Ya ben hoşlanıyorsam zaten muhakkak bir şeyler hissediyorumdur. Ne diye bunu bir masala çevirelim ki.

Bazen Aşk’la Tutkuyu birbirine karıştırır insanoğlu. Hele tensel doyumlar sözkonusu ise, bunun tutku olduğunu dile getirmeye korkar. Hemen yaşanılması düşünülen veya yaşanılan olayın keskinliğini AŞK ile yumuşatıverir. Birlikte olup aynı tutkuyu paylaşmak, artık aşk yapmaktır örneğin. Tutkunun esiri olmaktansa, aşkın esiri olmayı tercih ederiz kimi zaman. Ama yaşanılan sadece ve sadece tutkunun kendisidir. Tutku mahkumları yoktur artık, aşk mahkumları vardır.

Bir de şu nedenle sinir oluyorum AŞK’a. Kardeşim bu kadar da para kazanılmaz ki bir duygudan. Reklamlarda ana tema, dizilerde tek senaryo-çünkü bizim uyumak için masala ihtiyacımız olduğunu düşünüyorlar-, çarşı pazarda sürekli LOVE yazan bardaklar, T-shirtler, yastiklar, oyuncaklar... Ne bereketli bir duygu.. Sürekli para kazandırıyor.

Ayrıca bir de AŞK ACISI denilen duygumuz mevcut. Hayır, yeni bir biber cinsi değil bu. Peki nedir bu ? Şu şekilde açıklayabilirim. Partneriniz size karşı eskiden olduğu gibi ilgili olmaması, yani gerçekleşmesini düşündüğünüz ve gerçekleşmemesi için herşeyi anlamamazlıktan geldiğiniz terkedilme korkunuz. Bu korku sizi ne şekilde etkiliyor, ne yaşıyorsunuz? .. Acı.. Peki bu acı nereden kaynaklanıyor? Aşktan. İşte oldu sana aşk acısı. Ya inanamıyorum. Aranızdaki etkilenmeler bitince nedenini aramak yerine aşk acısı yaşamayı seçmek.. Biraz mantıksız gibi.
Aşk acısı da aynı kardeşi Aşk gibi para kazandıran bir duygudur. Ama bu kez müzik sektörü ön planda yer bulmuş kendisine sanırım. Gerçi senaryolarda her iki duyguda işleniyor hemde oya misali.. Yalnız o kadar işleniyor ki bir süre sonra bıkıyorsunuz. Ne bu ya.. Senaryo da yazılan şey şu: Esas adam, esas kız arasında bir canım cicim olayları yaşanırken birde bakmışsınız ki iki düşman oluvermişler. Hepsi bu kadarla bitmiyor üstelik. Aradan bir süre geçiyor hata yapmışız biz diye tekrar biraraya geliyorlar. Bir ayrılık bir birleşme... Bu sürekli kısır döngü olarak yaşatılıyor. Bu arada, senaryoda verilen ders şu bilinçaltımıza. Aşk, acısız yaşanmaz, yaşanırsa da aşk olmaz. İnsan bir düşünür izlerken di mi? “Ya ne iş bu. Bunlar ne diye ayrılıp barışıyorlar. Ne kadar dengesizler.” diye. Ama nerede.... ayrıldıklarında salya sümük ağlıyoruz, kendimizi kağıt mendil sektörünün canlanmasına kadar etki edebilecek bir faktör olarak görebiliriz bu konuda. Ya, insan bilmez mi hiç, ilişkinin gidişatı ne olduğunu, bu ilişkinin yürüyüp yürümediğini? Biz normal hayatımızda, aniden bir şey yaşayıp aniden ondan vaz mı geçiyoruz? Bu kadar kendimizi önemsemeden mi olayların içine atlıyoruz? Lütfen sayın senaristler... biraz daha gerçek yaşamları taşıyalım televizyona.





İstanbul- Camdan bir kulede
06.03.2006

3 Eylül 2007 Pazartesi

ADIMLARIM


Yürüdüm yere bakarak
Çünkü korkardım düşmekten, takılmaktan bir yere.
Bir hata yapmaktan yok yere.
Ama bir yanımda da garip bir his,
Sanki görmemem gerekeni göreceğim umudu,
Sanki bulmamam gerekeni bulacağım sevinci.

Şimdi biliyorum ki,
Seni bulmam için yere değil,
Çevreme hiç değil,
Kalbime bakmam gerekirmiş...



İstanbul- Haz. '06